Savaş Her Şeyin Sonudur
Savaş her şeyin sonu demek. Geceleri uyumadan önce aklıma işkence hapishanelerinde akrabalarını öldürmeye, onların kolunu bacağını kırmaya zorlanan insanlar geliyor. Anlamıyorum, neden. Neden yani?
Savaş her şeyin sonu demek.
Geceleri uyumadan önce aklıma işkence hapishanelerinde akrabalarını öldürmeye, onların kolunu bacağını kırmaya zorlanan insanlar geliyor.
Anlamıyorum, neden. Neden yani? Bir insanı hapse tıkmak, onu etkisiz hale getirdin demek değil mi zaten? Dış dünyada düşmanlarına daha büyük bir korku salmak için mi bunları yapıyorsun?
Bu arada işkence hapishaneleri olan spesifik bir milletten, devletten veya kurumdan bahsetmiyorum. Dünya üzerinde eminim bizim bildiğimiz bilmediğimiz bu tarz dehşet verici olayların yaşandığı sayısız yer vardır. Ben, sadece anlamaya çalışıyorum.
Galiba düşmanları susturmak, sindirmek için. Çünkü normal bir hapishaneyi göze alan bazı insanlar, dehşet dolu işkenceleri göze alamayabilir.
Yani bir hedefe ulaşmak için tüm değerlerin silinişi. Şimdiki zamanın gelecekteki bir zamana mahkum edilmesi. Ya da öyle mi? Dünyanın pek çok yerinde insanlar kimlikleri üzerinden kötü muameleye maruz bırakılıyor. Yani bu değerlerin silinişi anlamına gelmiyor, bu kötülükleri uygulayan grubun, bazı insanları hiç sayan bir değerler sistemine sahip olduğunu gösteriyor.
Peki bir insan başka bir insanı nasıl hiç sayabilir? Sonuçta kimliği, dini, görüşü, yaşam tarzı ne olursa olsun karşındaki de bir insan değil mi?
Unutamıyorum. Aklımda çok kötü hikayeler var. İç savaş bölgelerinde yaşanan dehşetlerle ilgili. Bunlardan bahsetmek istemiyorum. Gereksiz yere dünyada acı yaratılıyormuş gibi geliyor. Ama işte, bu kötülükleri yapan insanların gözünden bakınca iki senaryo karşımıza çıkıyor. (A) Ya karşılarındaki insan, etnik, dini veya başka bir kimliği sebebiyle gerçekten “insan” olarak görülmüyor ya da (B) karşıdaki insan olsa da gelecek zamandaki “daha büyük bir ideal” için şu an gözden çıkarılabilecek matematiksel bir birim olarak görülüyor.
Zaten, yirminci yüzyılın bu tarz boğuşmalarla dünya üzerinde cehennemi nasıl yarattığını hepimiz okuduk –İkinci Dünya Savaşına katılan milletlerden çocuklar bu hikayeleri anne babalarından, dedelerinden dinledi. Ama bir işe yaramıyor galiba. Savaşın korkunçluğunu hatırlayan insanlar ölüyor. Yerine yenileri doğuyor. Ve döngü bu şekilde tekrar edip duruyor.
Başka bir bakış açısı da mümkün. Belki de kimsenin savaşın ne kadar büyük bir hata olduğunu, insanların hayatına herhangi bir anlam veren bütün ortak değerler dünyasını yıktığını unuttuğu yok. Yine de bir şekilde savaştan fayda edecek bir grup var diyelim. Kâr gibi bir fayda mesela. Bu insanların vicdanı da ya susturulmuş ya hiçbir zaman doğmamış ya da sadece kendi içlerinde bulundukları azınlık için çalışıyor yani gerçek bir vicdan değil. Sonra bu azınlık (çoğunluk olsa ne fark eder) grup tasarıları yerine gelsin diye savaş çıkması için ne gerekiyorsa yapıyor. Kalan insanlar da bu rüyanın peşine ölümlerine sürükleniyor.
Başka bir bakış açısı da mümkün tabii ki. Pek çok bakış açısı mümkün. Konuş konuş dur. Savaş insan psikolojisinin kaçınılmaz bir sonucudur diyenler var. Kaynak kıtlığının yol açtığı bir hayatta kalma mücadelesidir diyenler var. İnsanlar hiçbir zaman hiçbir şekilde sonsuza dek barış içinde yaşayamaz diyenler de var. Hatta bu sonuncusunu savunan epey bir insan var. Onları nasıl yargılayabilirim ki? Tarihe baktığında başka bir hipotezi savunmak gerçekten mümkün mü?
Japonlar, belli bir dönemleriyle, belki bize bir anti-tez sunabilir. Tokugawa Ieyasu yüz yılı aşkın süredir iç savaşlarla kasıp kavrulan Japonya’ya iki yüz elli yıl süren bir barış getirmeyi başarmıştı. Daimyo’ların Edo’da da bir hanedan sürdürmelerini zorunlu kılarak kimsede savaş çıkaracak para bırakmadı. Ada üzerindeki her kalenin, geminin inşasını onun yönetimi onaylamak zorundaydı. Resmi ideoloji ilan edilen Konfüçyen felsefe insanlara toplumdaki pozisyonlarını sevmeyi, isyan çıkarmamayı, istikrara değer vermeyi öğretti (bu düşüncenin de eleştirilecek yanları olabilir elbet). Bu denklem, Amerikan gemileri adanın kıyılarına dayanıp Tokugawa’ların zayıflığını gösterene dek barışa yol açtı gerçekten de.
Ama sonuçta ne oldu? Yine insanlar savaşmaya geri döndü.
Kurt Vonnegut’un Slaughterhouse Five kitabında savaş-karşıtı kitaplar yazan bir karakter var. Bu karakter başkasına bundan bahsedince şöyle bir karşılık alıyor:
You might as well write an anti-glacier book.
“Glacier” kutuplarda gördüğümüz devasa buz kütlelerine denir. Yani savaş-karşıtı kitap yazmak bu devasa buz kütlelerinin hareketlerini durdurmaya çalışmak gibidir, çok da etkili olmaz diyor.
Yine de, insan vicdanı umuttan vazgeçemez.